Marka kavramı, bir teşebbüsün mallarının ve/veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini ve kendine özgü bir yapı olmasını sağlamaktır. Marka sahibine sağlanan bu hukuki korumanın unsurlarının açık ve net olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilmelidir. Markanın tescil edilmesi şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilmektedir.
Türk marka hukukunda haberdar olma kavramı, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 25/6 hükmünde gayet açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. İlgili hükümde, sessiz kalma suretiyle hak kaybının gerçekleşmesi için önceki hak sahibinin, sonraki tarihli markanın kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi şartı aranmıştır. Görüleceği üzere, önceki hak sahibinin sonraki tarihli markanın kullanımını bilmesinin yanında, bilmesi gerekmesi hali de sessiz kalma suretiyle hak kaybının uygulanmasına olanak vermektedir[1].
Bir başka ifadeyle, sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşebilmesi için önceki tarihli hak sahibi, sonraki markanın kullanıldığını bilmeli yahut bilebilecek durumda olmalıdır. Eğer bu bilmiyor ve/veya bilme imkânına sahip değilse haberdar olma şartı gerçekleşmediğinden dolayı sessiz kalma yoluyla hak kaybı da gerçekleşmeyecektir.
Bilmesi gerekme durumu, bilme halinden geniş kapsamlı olduğu göz önünde bulundurulursa, kanun koyucunun bu düzenlemedeki amacının sonraki tarihli marka sahibini korumak olduğu anlaşılacaktır. Sessiz kalma suretiyle hak kaybının ileri sürülebilmesi için, yalnızca önceki hak sahibinin kullanımdan haberdar olması aransaydı, sessiz kalma suretiyle hak kaybı ilkesinin uygulama örnekleri bir hayli azalırdı. Öte yandan, bilme halinin beraberinde getirdiği ispat zorlukları da gözetildiğinde sonraki tarihli markalar uzunca yıllar kullanılmalarına rağmen hükümsüzlük yaptırımı ile karşı karşıya kalacaklardır[2]. (KOÇAK, s. 95.)
Örneğin; aralarında ticari, hukuki ilişki bulunan işletmelerin birbirinin marka kullanımından haberdar olmadıklarını kabul etmek, hayatın olağan akışına uygun düşmeyecektir ya da aynı ülkede aynı sektörde yer alan yüksek miktarda mal üreten veya geniş kitlelere hizmet sunan iki farklı işletmenin, birbirinden haberdar olmadıkları söylenemez. Ancak Türkiye’ de markasını kullanmayan merkezi yurtdışında bulunan bir işletmenin tanınmış markasının aynı ya da benzerinin Türkiye’de kullanıldığını bilmesi pek mümkün değildir[3].
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas No: 2019/773 Karar No: 2019/2100 kararında “… olaya uygulanacak 556 sayılı KHK’nin 41/a maddesi uyarınca marka hükümsüzlük davası 5 yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Kötü niyetle tescil edilen markalar yönünden ise hükümsüzlük davası açma hakkı hak düşürücü süreye bağlı değildir. Ancak bu halde, dava açan kişinin de kötü niyetli olmaması ve aynı zamanda karşı tarafın kötü niyetini ispat etmesi gerekir. Tek başına tanınmış bir markanın aynı/benzer tescil edilmiş olması markanın kötü niyetli tescil edildiği anlamına gelmez. Böyle bir ihtimalde 556 sayılı KHK 8/4 maddesi koşulları dikkate alınarak hükümsüzlük talebinin incelenmesi gerekir. Bu kapsamda, davalının 98/3491 sayılı “LEXUS” ibareli ve 20.03.1998 başvuru konusu yaptığı markasını kullanıyor olması da dikkate alındığında, başvuru tarihi itibariyle kötü niyetli olduğundan bahsedilmesi mümkün değildir…”
Öte yandan haberdar olma kavramındaki önemli bir husus ise “haberdar olma anı”dır. Önceki hak sahibinin, kullanımdan haberdar olduğu tarihin tespitidir. Önceki hak sahibinin, yeni markanın Tespit anı, sürenin ne zaman başlayacağı hususunda önem arz etmektedir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının diğer bir koşulu olan beş yıl boyunca sessiz kalma açısından önem teşkil etmektedir. Sessiz kalınması gereken beş yıllık sürede, sessiz kalınan yıllar art arda olmalı ve sürede kesinti olmamalıdır. Daha uzun bir süre içinde sessiz kalınan kesintili sürelerin toplamı beş yılı aşmış olsa bile bu şart sağlanmamış olur.
Dolayısıyla bu hakkın kullanılması imkânının önceki hak sahibine sınırlandırılmaksızın tanınması bazı hallerde haksız sonuçlar doğurabilmektedir. Önceki hak sahibinin bu durumdan haberdar olmasına rağmen uzun süre sessiz kaldıktan sonra dava açması dava hakkının kötüye kullanılması olarak nitelendirilmelidir. İşbu sebeplerle ne zaman haberdar olunduğu hususu çok önemlidir.
[1] KOÇAK, Mahmut Arif Marka Hukukunda Sessiz Kalma Suretiyle Hak Kaybı İlkesi, 2021 s. 95.
[2] KOÇAK, s. 95.
[3] ŞAHİN, Mehmet, Marka Hukukunda Sessiz Kalma Yoluyla Hak Kaybı, 2020, s. 78.